© BRT

AYDAN AY'ın kaleminden AZİZ NESİN

“Gözyaşların içinden geçip geldim, beni mizahçı yapan hayatımdı.”

MİZAHIN ULU ÇINARI: AZİZ NESİN 

Aydan Ay 

“Gözyaşların içinden geçip geldim, beni mizahçı yapan hayatımdı.”

..................

Aziz Nesin, babam Behzat Ay’ın çok sevdiği bir yazardı. Derin bir hayranlık duyduğu, Nesin’i hep izlerdi. O’nun Moskova’da yürek bunalımı geçirdiğini gazetelerden öğrenir öğrenmez, PTT’den “geçmiş olsun” telgrafı çekmek ister. (66'lı yıl) PTT görevlileri korkar, telgrafı kabul etmek istemezler. Babam müdüre çıkar, durumu anlatır. Müdür, metnin uzun olduğunu, kısaltırsa daha az para ödeyeceğini söyler. Babam kısaltmayı kabul etmez. Adres bile yoktur telgrafta. Moskova’ya gideceğinden emindir. Çünkü Aziz Nesin, o yılların Sovyetler Birliğinde tanınmış bir yazardır. Babam da bunu bilmektedir ki; Moskova PTT yetkilileri, Aziz Nesin’in hangi hastanede bulunduğunu araştırırlar, Türkiye’den gönderilen bu telgrafı kendisine ulaştırırlar...

YAŞAMIMDA HEP EKSİK, AMA EKSİLMEYEN ANILAR

-Hadi hazırlanın, gidiyoruz.

Birden heyecanlanmıştım. Okumakta olduğum kitabı, fırlatırcasına masanın üzerine bıraktım. Babam böyle sürprizler yapmaya bayılırdı. 

-Nereye gidiyoruz baba?

-Okuduğun kitabı böyle fırlatarak, ona şiddet uygulama olur mu kızım? Kitaplarında duyguları vardır. Aziz Nesin’in evine gidiyoruz. Akşam yemeğine davet ettiler.

-Okuduğum kitaba bakar mısın baba? “Şimdiki Çocuklar Harika”

-Kitabı da al yanına, imzalatırsın.

Kitabı özenle çantama yerleştirdim. Aziz Nesin’in Feneryolu’ndaki evine gittik. Kapıyı, kendisi açtı. Güleryüzlü, kısa boylu, cana yakın, çocukları çok seven yazar bir amca! Eşi Meral Hanımın özenle hazırladığı yemek masasına oturduk. Annem, babam, ağabeyim, Aziz Nesin ve eşi, çocukları Ali ve Ahmet… Duman ve diğer kedi…

-Ben de az önce eve geldim Behzat! Bu saate kadar daktilonun başındaydım. 

Yokluklar içerisinde büyüdüğünden, askeri bir eğitimden geçtiği için çok disiplinli, zamanını boşa harcamayan biriydi. Ciddiydi, bunu esprilerden, şakalardan ayırmayı iyi bilirdi. Yemek boyunca edebiyattan, sanattan konuşuldu. Herkes keyifliydi. Duman yanıma gelip, yalvaran gözlerle beni izledi. Tabağımdaki köfteyi istiyordu. İştahsız bir çocuktum. Çok az yerdim. Çatalımı, tabağın içinde gezdirdim. Birden Aziz Amca, bana seslendi:

-Aydan kızım! Tabağında kaç pirinç tanesi bırakmışsın? Aşk olsun! Bir pirinç tanesinde kaç kişinin emeği var, biliyor musun?

Utandım, yüzüm kızardı. Niye böyle demişti ki? “Amma cimri” diye iç geçirdim. 

Çocukluğunda ve gençliğinde, yokluk ve sıkıntılı yıllar yaşadığından, aşırı tutumlu biri olmuştu. Cimri değildi aslında. Bir pirinç tanesinin, boş bırakılmış bir kâğıdın ziyan olmasına katlanamazdı. Bir yere giderken, otobüsle giderdi. Taksiye hiç binmezdi. Çarşıya pazara gider, sebze balık alır, pişirirdi. Güzel yemek yapardı.

Babam, beni korurcasına söze başladı:

-Aziz Amcası, o da biliyor bunu. İştahsız işte! On gün de bir bademcikleri şişiyor, ateşleniyor, öksürüyor.

- Doktor ne diyor? Bademciklerini aldırsanıza yahu! Yazık çocuğa! Bu işe ben el atacağım, anlaşıldı.

O bitip tükenmeyen koşuşturmaları ve çalışmaları arasında, ailesine zaman ayırmaya özen gösterirdi. Bayram günlerine ve yılbaşı gecelerine önem verirdi. Nesin ve Ay ailelerinin birbirlerini ziyaret etmeleri sıklaştı. Artık haftada, on gün de bir görüşür olmuştuk.

Dediğini yaptı! Haydarpaşa Numune Hastanesinde, bademciklerim alındı. Akşamı, Nesin ailesi geçmiş olsun ziyaretine geldi. Aziz Amcanın elinde bir cam kavanoz vardı. Saçımı okşadı, yanağımdan öptü:

-Aferin kızıma! Kuşlar haber getirdi, ameliyatta hiç bağırmayıp, ağlamamışsın. Bak sana ne aldım? Baylan Pastanesinden, meyve özlü bir ezme! Bunu yiyerek, kuvvetleneceksin. 

Konuşamıyordum, gülemiyordum. Emme basma tulumba gibi kafamı ya aşağıya, ya da yukarıya doğru kaldırıp, yanıt veriyordum. O gece çok güzeldi, şiirler okundu, şarkılar söylendi. Sağlığıma, kadehler kaldırırdı. Hatta babam, Ali’yle bir söyleşi yaptı. Babası hakkında. O yıl, söyleşi “Cumhuriyet Gazetesinde” yayınlandı. Ali, on iki- on üç yaşlarındaydı.

Bademciklerim gitmişti, ama yerini faranjit aldı. Sık sık tekrarlandığından “Ah Aziz Amca, ne istedin bademciklerimden? Bu daha kötü!” diye hâlâ söylenirim. 

...............

O yıllarda kendisi için ayrı bir çalışma evi almıştı. Diğer eve yakındı. Bir gün babamla, ziyaretine gittik. Odanın tüm duvarları kitaplıklarla kaplıydı. Çalışıyordu, daktilosunun başındaydı. Bir yandan, kâğıtlara bir şeyler karalıyordu. Gözümü ayırmadan yazdıklarına baktım. Sanki resim yapıyordu. Dayanamadım, sordum.

-Aziz Amca, resim mi yapıyorsun?

Başını kaldırdı, yüzüme baktı ve güldü:

-Eski Türkçe yazıyorum. Sen bunları okuyamazsın.

-Niye eski Türkçe? Kâğıtlara yazdıklarını, okumayalım diye mi böyle yazıyorsun?

-Yok kızım. Alışkanlık işte! Çocukken okuma ve yazmaya, eski Türkçeyle başladım. Ne iyi ettim bu çalışma evini almakla. Yazarken, sessizliğe ihtiyacım var. Hadi çay içelim artık!

Bize kendi eliyle çay ikram etti. Çay tiryakisiydi. Akşama kadar bardak bardak çay içerdi. Günün yirmi dört saatinin on-on beş saati durmadan çalıştığından söz etti babama:

-Yorgunum Behzat! Çok çalışıyorum. Yaz yaz bitmiyor!

Masa başına geçip, yazıyla ilgilendiğinde, her şeyi, bütün dertleri unuturdu.

Birden bana dönüp seslendi:

- Okuduğun kitap var mı, bugünlerde?

-Evet, Zübük.

-Senin yaşına göre ağır değil mi?

-Severek okuyorum. Sıkılmadım. “Fil Hamdi”yi de okudum.

-Aferin benim kızıma. Ben Dostoyevski’yi kırk yaşımda okudum, biliyor musun? 

- Aaa… Dostoyevski’nin “Küçük Kahramanlar” ve “Çocuklarla Beraber” adlı kitaplarını okudum. Dostoyevski’yi okumak için, niye kırk yıl bekledin ki?

Kahkahası her yeri çınlatmıştı:

-Çocukluğumda, her şey kısıtlıydı. Okuyamadım işte! Şimdiki çocukların, anne ve babalarından üstün olduğunu biliyor musun? Bir gün gelecek, seninde çocukların olacak. Onlar, senden daha bilgili ve üstün olacak. 

..........

80’li yıllarda Aziz Nesin, çok düşünceliydi. 12 Eylül’ün baskıcı rejiminden çok rahatsız olmuştu. Mutlaka bir şeyler yapmak gereksinimini hissediyordu. Yapılan baskılara aydınlar tarafından imzalanan bir dilekçe ile karşı çıkmaya karar vermişti. Babama, anlatıp duruyordu.

-Karar verdim Behzat! Kenan Evren’e vermek üzere bu dilekçeyi hazırlayacağım. 

Dediğini yaptı. Aziz Nesin, Hüsnü Göksel’le birlikte Çankaya’ya çıkarak dilekçeyi Evren’e vermek istedi. Evren kabul etmediği için, kapıya bırakıp çıktı. Sonradan İstanbul Sıkıyönetim Savcılığı bütün imzacılar hakkında soruşturma açtı, ifadeler alındı. 

..........

Yıllar böylece su gibi akıp geçti. Paris'e gittim.

Sanırım, 92 yılıydı. Bir edebiyat etkinliği için, Aziz Nesin’in Paris’e geleceğini duydum. Ana kucağına koyduğum kızımla gittik. 5-6 yıldır görmemiştim Aziz Amcayı. Etkinlik başladı, konuştu. Yaşlanmıştı, çökmüştü. Sağlık sorunlarıyla boğuşuyordu. Etkinlik bitti, yanına gittim. Önce tanıyamadı beni. 

-Aziz Amca, Behzat Ay’ın kızı Aydan. Tanımadın mı beni?

Şaşkınlıkla yüzüme baktı. Sarıldı, öptü. 

-Evlendiğini ve Paris’e gittiğini, Behzat söylemişti. Çok üzgün baban… Niye konuşmuyorsun ki? Niye iki satır yazmıyorsun ona? Babalar, eşlerinden ayrılabilirler ama çocuklarından asla ayrılmazlar. Sen nasılsın? Her şey yolunda mı? Demek bu güzel kız, Behzat’ın torunu… 

-Aziz Amca, arayacağım babamı. Çok özledim onu. Hemen dönmüyorsun değil mi? Bende kal bu akşam, lütfen.

-Teşekkürler kızım. Sende kalmayı çok isterdim. Sabaha kadar dertleşir, hasret giderirdik. Ama bir arkadaşımın konuğu olacağım bu akşam. Söz verdim. Gitmezsem, ayıp olur. Yazın gelsene, Çatalca’ya. Hem oradaki çocuklarımı görmüş olursun.

93 yılı temmuzun ilk günü, İstanbul’a 2 aylığına gittim. Bir iki gün dinlenip, Çatalca Nesin Vakfına gitmeyi düşünüyordum. O akşam, televizyon karşısında haberleri izlerken, dondum kaldım. 2 Temmuz1993, Sivas Katliamı! Aziz Nesin’i çok aradım, ulaşamadım. Telefonu değişmiş. Ben de Çatalca’ya gitmeyi ihmal ettim. 

2 yıl sonra da bu kez Fransız basınından, gazeteler ve televizyon kanallarından Aziz Nesin’in ölüm haberini öğrendim.

.........

Saygıyla ve özlemle...

"Bitki olacaksam /Çayır çimen olayım /Aman baldıran değil /Yol altında kalacaksam /Gelin arabaları geçsin üstümden /Çelik paletler değil / Üstümde çocuklar koşuşsun / Ne kaçan ne kovalayan / Askerler değil / Kerpiç yapacaksanız beni / Okullarda kullanın / Cezaevlerinde değil / Soluğum tükenmez de kalırsa / Islık öttürsünler / Aman ha düdük değil / Kalem yapın beni kalem / Şiirler yazan sevi üstüne / Ölüm kararı değil / Ölünce yaşamalıyım defne yapraklarında / Sakın ola ki / Silahlarla değil."

(Son İstek- Aziz Nesin )

TOLERANS'ın Temmuz 2024 sayısı için yazdığım yazı.

Yazım çok uzun olduğu için, anılar bölümünü paylaştım.

 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER