İstanbul
03 Haziran, 2025, Salı
  • DOLAR
    38.77
  • EURO
    43.89
  • ALTIN
    4045.6
  • BIST
    9.391
  • BTC
    94584.048$

MÜŞKÜLE'DE NÂZIM'I ANMA ETKİNLİĞİNDEKİ KONUŞMAM

01 Haziran 2025, Pazar 22:17
MÜŞKÜLE'DE NÂZIM'I ANMA ETKİNLİĞİNDEKİ KONUŞMAM

Sevgili Müşküleliler, sevgili Nâzım Sevdalıları. Tümünüzü sevgiyle selamlıyorum.

Nâzım’ın aramızdan ayrıldığı gün dikildiğini kayıtlarda okuduğum bu çınara ve Nâzım’ın bir gün “memleketine” getirildiğinde ona sahip çıkmaya verdiğiniz değere bakıldığında demek ki, “dostların arasındayız/güneşin sofrasındayız”. Aranızda bulunmaktan duyduğum mutluluğu dile getirmeliyim: Merhaba!

‘Kimi kişilerin varlığının değeri, yokluklarında anlaşılır’…”

Nâzım onlardan biridir. Bir dönem yalnızca belli bir dünya görüşüne inananların, direngenlerin, yokluğun-yoksulluğun-haksızlığın ortadan kalkması için "tek yol" görenlerin Nâzımıydı; çok sular aktı köprülerin altından, şimdi Nâzım herkesin. Herkesin bir Nâzım’ı var… Olsun, bu, onun büyüklüğünü gösterir.

Bana göre de bir Nâzım var. Bütünlüğü içinde gördüğüm; inanışıyla, direnişiyle, savaşımıyla, aşklarıyla ve “her daim muhalifliğiyle” bir insan Nâzım.

62 yıl geçti dünyaca ünlü şairimiz Nâzım Hikmet’in  “gurbet ellerde” aramızdan ayrılışının üzerinden. Şiirlerine, konuşmalarına, yazılarına yansıyan “yurt özlemi”, “oğul özlemi”, “ancak ölünce memleketine dönebileceği olasılığının iç burkuntusu” içinde 3 Haziran 1963’te ayrıldı aramızdan. Sanatçı kişiliğinin belirleyiciliğinde “muhalifti”; her yerde ve her durumda “muhalif.” Aramızdan ayrıldığında yurdundan 11 yıl 11 ay  14 gün ayrı kalmıştın;  62 yaşındaydın ve ömrünün 3 yılını Heybeliada Bahriye Mektebi ile Hamidiye kruvazöründe stajyer güverte subayı olarak geçirmişti; sağlık nedenleriyle “bahriye”den ayrıldığında “yarışmalar kazanmış, ünlenmekte olan” bir genç şairdi. İşgal altındaki İstanbul’da yazdığı “direniş şiirleri” gençliği etkiliyor, bin bir güçlükle “geçtiği Ankara”da, Vâlâ Nureddin ile birlikte yazdığı ve Matbuat Müdürlüğü’nce 10 bin adet basılan 4 sayfalık şiirinin yarattığı etki Millet Meclisi üyeleri arasında tartışma yaratıyordu: Şiirden etkilenecek “İstanbullu gençler Ankara’yı doldurursa onlara nerede, nasıl iş bulunacaktı.” Tanıştırıldığı Mustafa Kemal’den “bazı genç şairler modern olsun diye mevzusuz şiir yazmak yoluna sapıyorlar. Size tavsiye ederim, gayeli şiirler yazınız” öğüdü alıyordu. Hep “mevzulu, gayeli” şiirler yazdı; “yemin ederdi ki”, “Mustafa Kemal’in devrimine karşı olmadı.” Ama ömrünün yaklaşık 17 yılını “memleketinin hapishaneleri”nde geçirdi: “Cezaevlerinde tanıştığı, Türk halkının güç koşullar altında yaşayan, yoksul, acılı kişileriyle dostluklar kurdu. Bunlardan biri de 3 yıl süresince koğuş arkadaşlığı yaptığı köylünüz İsmail Başaran'dı. Orhan Kemal’di, İbrahim Balaban’dı. Aramızda olmayan bu değerlerimizi saygıyla anıyorum. Köylünüz Başaran’la birlikte ilk çınar ağacını diken Kemal Tosun’u, Fevzi Kavruk’u ve zeytinbahçesine çınar dikilmesine izin veren Rıfat Talan’ı da, öteki emeği geçenleri de sevgiyle anıyorum.

     Dört Hapishaneden; Kuvâyi Milliye; Piraye İçin Yazılmış Saat 21-22 Şiirleri; Piraye’ye Rubailer; Memleketimden İnsan Manzaraları; Ferhad ile Şirin; Yusuf ile Menofis gibi yapıtlarını hapishanede tanıdığı bu insanlara okuyup eleştirilerini aldı, öyle tamamladı.

      Nâzım hapishanede de olsa “halkının içinde”ydi, halk içindi; “memleketi”ndeydi.

      Sonra süreç, yazgı “ağlarını ördü”; 17 Haziran 1951’de bir yakını, yedeksubaylığını yapmakta olan  Refik Erduran’ın sağladığı cesurca olanakla “yurt dışına çıktı”: Bulgaristan’ı hedeflerken kendini Romanya’da buldu; ardından Moskova ve bütün “ezilmiş ulusların ve sınıfların başkaldırdığı dünyanın” değişik merkezlerinde yaşadığı “gurbet yılları” başladı. Bu yıllarda Türkiye’ye duyduğu özlem, şiirlerine “memleketim, memleketim” çığlıklarıyla yansıdı; “Varna önünden İstanbul’a doğru giden gemiye dokundu eli, yandı.”

     11 yıl 11 ay 14 gün yaşadı “muhalif” olmayı sürdürdüğü yurtdışında.

      1960’da 15 gün birlikte oldukları yazarımız Orhan Karaveli’ye “oralarda ölüp gömülme olasılığına yandığını” söyleyecek denli “yurt özlemi içindeydi; bir şiirinde de “son arzusu” olarak dile getirmişti: “Anadolu’da bir çınarın altına gömülmek” istiyordu; “taş maş da istemiyor”du. Bütün tartışmalara, girişimlere karşın bu “vasiyet” gerçekleşmedi-gerçekleşemedi. O nedenle Nâzım’ın mezarı hâlâ Moskova’da, ünlülerin yattığı Norodeviçiy Mezarlığı’nda.

          3 Haziran 2013 Nâzım’ın aramızdan ayrılışının 50. Yıldönümüydü.

           Bu önemli günde, Türkiye’den 20 kişilik bir grupla mezarı başında olduk. Yayımlamakta olduğum Ataşehir Ev Kültür dergisinin açtığı “Nâzım’a mektup yazıyoruz” kampanyasına ilgi gösteren ve yazdıklarını dar vakitte bizlere ulaştırabilen yazarlarımızın, aydınlarımızın “Nâzım Sen Gittin Gideli” başlıklı, “Nâzım Ağabey” hitaplı mektuplarını orada okuduk. Ardından olanak bulduk, mektupların bir örneğini Nâzım’ın yaşadığı ve öldüğü müze durumuna getirilmiş eve -anı olarak- bırakmak üzere üvey kızı Anna’ya teslim ettik. Sonra bu mektupları kitaplaştırdık. Bu kitapta İbrahim Balaban’ın, Refik Erduran’ın, Hıfzı Topuz’un, Orhan Karaveli’nin, Yaşar Kemal’in, Viron Dedeoğlu’nun, Müjdat Gezen’in, Sunay Akın’ın, benim, Şaban Akbaba’nın aralarında bulunduğu 50’ı aşkın yazarın elyazısı mektupları vardı. Benzeri düşünülememiş, yapılamamış bir kitaptı: Nâzım Sen Gittin Gideli.

          Aradan 10 yıl geçti, bu kez, 60. Yıldönümü için aynı görevi yerine getirdik: Bu kez de Bolivya’dan Romanya’ya, Kırgızistan’dan Finlandiya’ya yazarların, Nâzımseverlerin de aralarında bulunduğu 30 kişiye mektuplar yazdırdım. O kitap bu budur.

         Dilerim siz de yazarsınız böylesi mektupları, belki bir araya getiririz, Nâzım’a sesleniriz yeniden, sen gittin gideli halimiz böyle böyledir, diye.

           62 yıldır yanar yüreğimizde bir ateş Nâzım sen gittin gideli. Yokluğunun ateşidir bu. Köze döner belleğimizde. Söze döner dilimizde, kaleme döner elimizde. Yani anlayacağınız gibi dostlar, Ahmet Arif’in şiirindeki gibiyiz: Hasretinden prangalar eskitiyoruz.

         Tam da Nâzım’ın şiirinde dile getirdiği gibi duygular içindeyiz:

 “Yoldaş demek,

Mükemmel bir kafa, mükemmel bir yürek,

Yumruklarıyla erkek,

Gözleriyle çocuk, dost demektir.

Yoldaş demek,

Yârin yanağından gayri

Her yerde hep beraber diyebilmektir.

Yoldaş demek

Güneşi içenlerin türküsünü birlikte

Söyleyebilmektir.”

Biz de tam öyle inşalarız. Nâzım’ın yoldaşlarıyız.

Aramızdan ayrılışının 62. Yıldönümünde büyük ozan, ülkemizin gururu Nâzım Hikmet’i saygıyla, sevgiyle anıyoruz.

         Rahat uyu Nâzım. Hep derdin ya: “Umut umut umut/Umut insanda”

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.