İstanbul
15 Mayıs, 2025, Perşembe
  • DOLAR
    38.77
  • EURO
    43.89
  • ALTIN
    4045.6
  • BIST
    9.391
  • BTC
    94584.048$

UZAK YOLA...

04 Mayıs 2025, Pazar 13:28
UZAK YOLA...

UZAK YOLA…

 

Ömer TURAN

 

 

Hiç bilmediğin sabaha uyanmakla başlar öykün. Tanıdık yüzler yoktur pencerende. Kuşlar, başka ötüşlerle çağırır seni. Sokakların dili değişmiştir. Kapını ardına dek açık bırakırsın; dönmeyeceğini bilerek… Çünkü uzak yola çıkmak, dönmeyi düşünmeden yürümek, anıdan çıkıp başka anlama doğru sürülmektir belki de…

Yolda olmak, sabırla yarışmaktır çünkü...

Öyle ya, sözcükler geride kaldığında başlar uzaklar. Ne konuşmak istersin ne susmak. İçinde kırağı, adını koyamadığın. Dışında hep aynı adımları atıyorsun ama içten içe: parçalanmakta düş…

Çocukluğunun yaz sabahı kadar sessiz dağ yolunda yürür gibisin. Her çiçeğin adını anımsamaya çalışıyorsun ama her biri başka yitirişin gölgesi gibi solmakta önünde. Kır menekşesiyle konuştun dün, sana dedi ki:

“Uzak, aslında iç sesin göçüdür.”

Dinledin ve anladın:

Gideceğin yerler değil, geçeceğin haritalar yoruyor seni.

Yolculuk…

Yükten öte içe doğru evrilen arınma aslında. Her durak, iç yangının külleriyle dolu. Her gökyüzü, başka yalnızlığa örtü… Sözgelimi, rüzgâr kasım gecesiyle birleşmişken tenine dokunuyor. Bu soğuk, içine işleyen, içine seni çağıran, içinden seni soyan uğultu…

Yürürken, adını yitiriyorsun bazen. Sen artık ad değil, yer de değilsin. Yürüdükçe boşluğa varıyorsun. Seni tanımayan gölgeye… Belki dizeye. Yarıda bırakılmış, noktasız, soluk soluğa şiire. Ve orada, kendinle karşılaşıyorsun: o eski, suskun, çocuk bakışlı halinle.

Ne durak soruyorsun ne de yol arkadaşı…

Çobanın omzundaki kaval gibi ötüyor kalbin kimi zaman ya da taş gibi susuyorsun derenin kenarında. Bu yola çıkarken yanına ne aldığını anımsamıyorsun bile. Ama yolda bıraktıklarının sana dönüp bakmadığını görüyorsun. Demek ki doğru yoldasın. Demek ki artık geri dönüş yok senin için.

Geceler uzun bu yollarda.

Ve gece dediğin iç hesap, yüzleşme, bir tür “sen kimsin?” sorusunun yalın biçimi. Yıldızlar bile farklı göz kırpmakta; onlar da yürüyor belki, kendi iç yörüngelerinde.

Gittikçe küçülüyor içindeki gürültü. Sözcükler sadeleşiyor. Anlam daha derine iniyor. Yüzeyde bıraktıklarını düşünmüyorsun. Çünkü uzak yola çıkmak, düşünceyle ve duyuşla ilgili ancak... Sözcüğün boynunu bükmek, imgenin alnına öpücük kondurmak gibi ve yürümek, hiçbir yere varmadan…

Uzağa gidiyorsun ya, aslında kendine yaklaşıyorsun.

Kendini bulmuyorsun belki ama ne olmadığını biliyorsun.

Ve bu da yeter sana. Adım daha. Gün daha. Dize daha. Yürümekte olduğun bu yolun sonunda ne varsa –belki taş, belki çiçek– seninle konuşacak kadar sessiz olacak…

Sonra sabah, güneşin yüzü solgun, toprağın sesi derin... Her şey olduğundan daha ağır. Ve adımların çapa gibi iz bırakıyor…

Yol, seni ormanın içine çağırıyor. Her ağaç bir anı gibi diziliyor önüne. Gövdelerinde yılların sarsıntısı, dallarında dilsiz bekleyiş... O dinginlikte kendi yüzünü arıyorsun.

Karanlık çöktüğünde, kayanın dibine sığınıyorsun. Üşümezsin. Çünkü artık içindeki boşluk, tüm soğuğu yutuyor.

Uzak yolun ortasında eski türkü belirir kulağında. Nereden duyduğunu anımsamazsın ama içinde kapı açılır. Seni bekliyor gibidir o ezgide. Gidemediklerin, sevemediklerin, anlatamadıkların... Hepsi arada, o türküde. Yutkunamazsın. Çünkü boğazına çöreklenmiş düğüm vardır: çocukluktan kalma…

Ve o anda, yabanıl bir çiçek büyür yüreğinin kıyısında. Ne türünü bilirsin ne adını. Ama bilirsin ki, bu çiçek başka yolun işareti... Belki dönmeyeceksin, ama duracaksın. İlk kez. O çiçeğin üzerine eğilip, “Ben kimdim?” diyeceksin; ilk defa değil, bininci kez belki ama gerçekten duyarak.

Yol bitmez senin için. Çünkü yürüyen sensin. Her bitiş, başka yola bitişik. Ve her eşik, biraz daha sen.

Ve sonra…

Göl kenarında durursun. Suyun yüzeyi durgundur, ama altında binlerce kırılgan anı dolanıyor... Eğilip baktığında, kendi yüzünü görmezsin. Başka yüzler belirir: genç bir kadın, belki çocuk ya da hiç doğmamış düş

O su, içindeki zamanı sana veriyor. Nerede başlar, nerede biter, bilmezsin. Sadece duyarsın.

Yürürken rastladığın taş, adını bilmediğin çiçek, gökyüzünün ansızın ağarması… hepsi sana bir şey anlatmaya çalışır. Anlarsın ki bu yol, sana değil, senin içindeki “başkası”na çizilmiş. O “başkası” senden daha sessiz, daha sabırlı, daha içe dönük... Ve o, senden önce yola çıkmış…

Çağrının izini süren kimse, yorgunlukla geri dönemez. Dönsen de, başladığın yere dönmezsin. Çünkü başlangıç da yolda değişir.

Ve işte…

Gece ansızın, bir köprü çıkar önüne. Tahta döşemeleri eski, altında dere uğuldamakta. Adımını atarsın, her gıcırtı geçmişten kapı açar. O köprüden geçerken, omzundaki ağırlığın azaldığını fark edersin.

Geriye ne kalır?

Anı, şiir dizesi, iki yarım gülümseme…

Sonra yürümek bitmez. Bitmemesi gerekiyor. Çünkü bu yol dönüşüm için var.

Ve sen, o yolda artık yürüyen değil, yürüyüşün ta kendisisindir.

O yürüyüş...

Belki de dünyanın kalbinde sızlanan en eski şarkıdır. Kimseye görünmeyen ama herkesin içinden geçen o uzun, kıvrımlı, sessiz patika. Şimdi kâğıda düşen her sözcükte o yolun çakılları var.

Her dizede soluk izi.

Sabahla gece arasında sıkışmış, belirsiz öğle saatinde, eski taş evin avlusuna çıkarsın. Kapı aralıktır. İçeri adım attığında zaman çatlar. Raflarda unutulmuş defterler, üstü tozlu fotoğraflar... ve köşede seni bekleyen mektup. Kimden geldiğini bilmeden okursun. İçindeki her satır, seninle yürümüş kişiye aittir. Belki hiç görmediğin dost, belki düşten arta kalan varlık. Ama mektubun sonunda şu cümle yazılı:

“Yola devam et, çünkü yol seni anlıyor.”

Yine yürümeye koyulursun. Ayakkabıların eskimiş, tenin güneşle çatlamış, ama içindeki harita daha da net... Uzak, artık dışarıda değil, içindedir. Ve bilirsin ki, her insan yalnızca bir kere gerçekten yola çıkar. Diğerleri sadece hazırlıktır.

Ve işte…

Rüzgârla birlikte gelen bir çocuk sesi duyarsın. Koşarak geçmişine dönen çocuğun kahkahası gibi. O sesin ardından yürürsün. Adımların seni tepeye çıkarır. Tepenin ucunda dünya: küçülmüş, yumuşamış, sessizleşmiş.

Orada, oturur ve beklersin.

Gözlerin kapalı.

Rüzgâr saçlarına şiirler okuyor.

Artık yürümek, bir çağrıyı sürdürmek olur senin için. Ve o çağrı, seni suya, taşa, sese, hiçliğe götürür. Her götürdüğü yerde, bir parça bırakırsın kendinden. Her döndüğünde –ki dönmezsin– başka sen kalır geride.

Uzak yola çıkmak…

Kendini göz göre göre kaybetmekten öte kendini bilerek, severek, sessizce çözmektir.

Ve o çözülüşte yeniden oluş vardır…

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.